Mazinin kara deliklerinden çıkamamak ya da sürekli karanlık tahayyüllerle istikbal endişesi taşımak… İkisi de bazen öyle bir hal alıyor ki insanın yerinden kıpırdamasına müsaade etmiyor. Bu iki korkuyu aşanlara ise her daim sabır kapısı açılıyor.
Hayat maratonunda bazen öyle olaylar yaşarız ki, unutmak mümkün değildir. Güzellikler de olur bu hatıralar arasında, acılar da… Unutamadığımız her an bugünümüzü, şimdi ise istikbalimizi şekillendirir. Haliyle geçmişle birlikte, onun tuğlalarıyla öreceğimiz geleceği de düşünürüz. Lakin bu durumu bazen abartırız. Hâlihazırda karşımıza çıkan imtihanlara karşı bahşedilen sabrı, sürekli geçmişte yaşadıklarımız ve gelecekte muhtemel yaşayacaklarımızı düşünerek tüketiriz. Peki, geçmiş saplantısı veya gelecek kaygısından kurtulup şimdiye odaklanmak mümkün değil mi?
Ahmet Altan’ın bir denemesinde dediği gibi, “Hatırlamadığınız vakit geçmişiniz, hayal etmediğiniz vakit geleceğiniz yok.” Bu sebeple kendimizi geçmiş ve geleceğimizden kopuk düşünemeyiz. Zira acısı, tatlısı, travmasıyla yaşadıklarımız bizi biz yapıyor. Anadolu Sağlık Merkezi’nden Uzman Psikolog Selin Karabulut’a göre geçmişe takılanlar genelde mutsuzdur, zihinleri hep meşguldür. Her olayı geçmişte yaşanmış başka bir olayla kıyaslar, benzetir, bağlantılar kurar ve bu sebeple ilerleyemezler. Oysa önemli olan geçmişten ders çıkarmak, bir şeyler öğrenmek, kendimizi buna göre değiştirmek ve yeni stratejiler belirlemek. Şimdiye konsantre olup geçmişteki yaralarımızı bu şekilde lehimize dönüştürmeyi başarabilirsek gelecek kaygımız da en aza iner. Bu noktada Karabulut’un anahtar cümlesiyle söyleyelim: “Yaşadığımız ana konsantre olmak demek, geçmişle gelecek arasında sağlıklı bir köprü kurabilmek demektir aslında.”
Gelecek endişesi mi, kaygı bozukluğu mu?
Hepimizde belli bir düzeyde kaygı bulunması normal. Fakat bu endişeler hayatımızı kıskacına almaya başladıysa durum kaygı bozukluğuna işaret ediyor olabilir. Bu kişiler olasılıkları düşünmeden hareket edemez, yaptığı işlerden zevk alamaz, her şeyi kontrol etmeye çalışıp edemedikleri için çaresiz hissederler. Psikolog Karabulut, aşağıdaki özellikleri haiz olanların bu hastalığın riski altında bulunabileceklerini belirtiyor:
- Kendini sürekli önlem alır halde bulmak.
- Etrafındakilerin de kendi istediği şekilde önlem almasını bekliyor olmak.
- Önlem alınmadığı takdirde tahammül edememek.
- Nefes alamıyormuş gibi olma, kalp çarpıntısı, bayılma hissi, el ayak boşalması vs. gibi bedensel şikâyetler.
Dövülmeden ağlama hiçten korkma!
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Lem’alar eserinde hepimizde musibetlere karşı yetecek sabır olduğunu, ancak geçmiş ve geleceği düşünerek bu sabrı dağıttığımızı söyler. Oysa ‘geçmiş her bir günün musibet ile zahmeti gitmiş, rahatı kalmıştır’. Yine gelecek endişesinin yersizliğini ‘Yarın, öbür gün aç, susuz kalacağım’ diye bugün durmadan su içip ekmek yemeye benzetir ve ders niteliğinde şöyle bir anısını anlatır:
“Birinci Harb-i Umumînin birinci senesinde, Erzurum’da mübarek bir zat müthiş bir hastalığa giriftar olmuştu. Yanına gittim. Bana, ‘Yüz gecedir başımı yastığa koyup yatamadım.’ diye acı bir şikâyet etti. Ben çok acıdım. Birden hatırıma geldi ve dedim: ‘Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün, şimdi sürurlu yüz gün hükmündedir. Onları düşünüp şekvâ etme. Onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise madem daha gelmemişler; Rabb’in olan Rahmânü’r-Rahîm’in rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücut rengi verme. Bu saati düşün. Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki, sol cenah düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cenahı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp, merkezi zayıf bırakıp, düşman ednâ bir kuvvetle merkezi harap eder.’
Sorunlarınızın Daha Sağlıklı Çözümü Adına Profesyonel Danışmanlık Hizmeti
(Yüz-yüze veya Online Randevu) Alabilirsiniz.