Hamileliğin farkında olunmadığı zamandan itibaren, hatta annenin hamile kalmaya niyetli olup olmadığına dayanan süreçten başlayıp, hamilelik, doğum, emzirme ve bakım ile bir süre bağımlı devam eden ilişkinin bir ömür boyunca, çocuğun kişiliğini etkileyecek olan kişi olarak “anne” ele alındığında, ne kitaplar, ne de uzmanlar yeterli olmaktadır.
Her ne kadar doğumla birlikte anne ile olan fizikî bağın kesildiğini varsaysak da bağlanma kuramına göre anne ile ilişkiler ve anne ile olan “bağlanma” bir nevi hayata karşı olan tutum ve davranışlarımızı derinden etkileyerek hayata karşı bağımızın tanımı konumuna geliyor.
Birçok kuramcının çalışma alanı olarak belirlediği ve psikolojide önemli bir yeri olan bağlanma kuramına göre anne- çocuk ilişkisi, psikanalitik ve nörobiyolojik düzeyde kişilik yapılanmasında önemli bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Daha çok kişilik bozukluğunda olduğu gibi kişinin sağlıklı bağlanamaması ilk bakıcısı (çoğunlukla annesi ile) ilişkisindeki eksiklerden ya da yanlışlıklardan kaynaklanıyor.
Bu konuda çalışma yapan öncülerden biri Mahler’dir. “Mahler, çocuğun anneyle sembiyotik (ortak yaşamsal) bir ilişkiden ayrılması gerektiğini kuramlaştırmıştır. Mahler ayrıca çocuk davranışlarının gözlemine dayanan intrapsişik hipotezler geliştirip bu gelişimi; otistik (0–2 ay), sembiyotik (3–18) ve ayrılma/birleşme (18–36 ay) olmak üzere üç aşamaya ayırmıştır. Bu alanda farklı bir kuram geliştiren Stern ise “Annenin çocuğu nasıl gördüğünün ve çocuk hakkında nasıl düşündüğünün de önemli olduğunu ileri sürmüştür.”
Bahsedilen süreçler insan olarak anneye bağımlı olduğumuz özellikle ilk 3 yılı kapsamaktadır. Burada fizikî bakımla birlikte anneden alınan tepkiler ile gelişen ve daha sonraki yaşantımıza yön veren benlik/kimlik algımızın da gelişiyor olması önemli bir noktadır.
Çocuğun anne ile olan sözsüz ama derin ilişkisi daha çok emzirme anında olan göz teması ve fizikî temastan kaynaklanmaktadır. Birçok kuramda bahsedildiği üzere özellikle 0–12 aylar arasında çocuk anneyi kendinin bir parçası olarak görmektedir. Daha sonra gelişen bilinç düzeyi ve anneyle etkileşim ile bağlanmaya karşılık sağlıklı bir ayrılma evresinin olması gerekmektedir. Ancak bu ayrılma evresinde çocuk ile anne ilişkisi en bariz şekilde sütten kesilme döneminde yaşanmaktadır.
Bowlby’ın yapmış olduğu çalışmalardaki gözlemleri, ayrılma araştırmasına yani farklı nedenlerle annelerinden ayrılan çocukların tepkisine yönelik olmuştur. Devam eden çalışmalarda Ainsworth tepkileri; karşı çıkma ve yeniden birleşme arzusu, umutsuzluk ve kopma üzere üç evreye bölmüştür. Bu tepkileri güvenli ve güvensiz olmak üzere sınıflandırmıştır. Bu çalışmaya göre; “Emniyetli bağlanmaya sahip çocuklar, anne giderken normal bir gerilim yaşarlar, anne geri döndüğünde ise mutlu ve sevinçli bir karşılama içine girerler. Kararsız bağlanma tarzındaki çocuk ise anne giderken aşırı bir üzüntü ve ayrılamama davranışı gösterirken, anne geri döndüğünde anneye öfkeli ve reddedicidir. Kaçıngan çocuklarda ise, ayrılış anı sakin ve neredeyse tepkisizken, buluşma anneyi reddedici ve uzaklaştırıcı özelliktedir. Ainsworth’un tanımladığı bebek ile anne arasında oluşan güvenli bağlanma çocuğun psikolojik gelişiminde ciddi bir öneme sahiptir ve annenin sıcak, duyarlı, gereksinimi gidermeye hazır ve bağlanabilir olma özelliklerini taşımasıyla ilgilidir.”
Anne ve çocuğun göz göze gelmesi beyin yapısının gelişimi için önemlidir. Bu durum nöropsikolojik açıdan değerlendirildiğinde: “Beyin gelişiminin doğumdan sonra hızla devam ettiği 18–24 ayları arasında sağ beynin spesifik bir bölümünde duyguların kontrolü ve duygusal ilişkiler için bir merkez ortaya çıkar, bu yüzden de o kendiliğin nörobiyolojik merkezidir. Bunun ortaya çıkışından önce, çocuk kendi duygularını düzenleyemez, bu nedenle ilk bakıcıyla olan etkileşim duyguların temel düzenleyicisi olur.” “Bebek annenin bakışına ve anneye odaklanırken (ki bu en çok emzirme sürecinde gözlenen bir durumdur) anne de ona bakışları ile karşılık verir ve böylece karşılıklı iletişimin aktarılacağı güçlü bir kanal sağlanmış olur. Anne ve çocuk duygusal davranışlarının yoğunluğunu birkaç saniyede senkronize bir şekilde ayarlar. Anne ve çocuk bağlanma işlevlerinde etkin olan beynin sağ ön kısmıdır. Bağlanmaya yönelik doğuştan gelen eğilim anne ve çocuğun senkronizmiyle harekete geçer ve korunur. Kendilik gelişimi bu örtülü öğrenme ile başlar.”
Farklı bir açıdan ele aldığımız zaman ise çocuğun anneyi algılayış biçimi, yanılsama deneyimini ve beraberinde gelen sorunları ifade etmek için önemlidir. Çocuk “başlangıçta anne neredeyse %100 uyumla, çocukta annenin göğsünün kendi parçası olduğun yanılsamasına yol açar. (Winnicott)”
“Yanılsama deneyimi, haz ilkesi yönetimindeki bilincin gelişmesinin temelidir (Ogden). Yanılsama oluşumundaki erken bozukluklar, klinik olarak kişilik bozukluğu olan hastalarda görünür. Bu hastalar kendilerini annenin gözünde görememiş olduklarından daima nesnenin gözünde kendilerini görmeye çalışırlar ve bunu yapamadıklarında çareyi nesneyi idealleştirmekte bulurlar. Neyin “içe” neyin “dışa” ait olduğunu bilememe, arkadaşlık ve aşk ilişkilerinde probleme yol açar. Hastanın annesinden sorunlu bir ayrılık yaşaması, onun ileriki hayatında yaşayacağı bütün yakın ilişkilerini önceden yaşadığı o problemli ilişkinin bir tekrarı olarak görmesine neden olur.
Mahler’e göre eğer annenin öncelikli görevi olan “aynalama işlevi” tahmin edilemez, dengesiz, anksiyete verici ya da düşmanca ise bireyleşmekte olan çocuk hem algısal, hem de duygusal kontrol için güvenilir bir düşünce çerçevesi eksikliği yaşar. Bu durumun doğuracağı sonuç çocuğun ilkel kendilik hissinde karmaşa yaşaması olacaktır.
Ayrılma- birleşme evresi (18–36 ay) çocuğun bireyselleşmeye başladığı önemli bir evredir. Bu aşamadan çocuğun bir nesne olarak kendilik imgesi gelişir, ego yapısı gelişmeye başlar ve bu kendilik gelişimi için önemli adımlardan biridir. Bu dönemde yaşanan problemlerin ileriki yaşlarda birçok kişilik bozukluğuna yol açması, birçok kuramcı tarafından ele alınmış önemli bir konudur. Bu anlamda bakılıp değerlendirildiğinde, hassas bir dönem olan memeden ayırma aşaması sağlıklı ve güvenli bir bağlanma varsa sorun olmayacaktır. Ancak kendilik algısı gelişmemiş ve anne ile sembiyotik ilişkisi devam eden bir çocuğun ileride vereceği tepkinin daha çok öfkeli ve reddedici bir tutumda olacağını öngörmek çok zor olmayacaktır.
Not: Bu yazı için Jemes F. Masterson’un Borderline Yetişkinlerde Psikoterapi (Litera Yayıncılık),Bağlanma Kuramı Ve Nörobiyolojik Kendilik Gelişimi Açısından Kişilik Bozuklukları (Litera Yayıncılık)kitaplarından yararlanılmıştır.
Sorunlarınızın Daha Sağlıklı Çözümü Adına Profesyonel Danışmanlık Hizmeti
(Yüz-yüze veya Online Randevu) Alabilirsiniz.