Psikolojik bir rahatsızlık olarak görülen haset, insanların hem dünyalarını zindana çeviriyor hem de ahiret hayatlarına zarar veriyor.
Dünyayı ya da nimetlerini sevmeyen yoktur herhalde. Çoğu zaman elimizde olanla yetinmek nefsimize ağır geliyor. Hep ‘daha fazlası’ deyip, en güzelini, en iyisini, en çoğunu isteyebiliyoruz. Bazen istediğimiz de yetmiyor. Bizden fazlasına sahip olanlara tahammül etmekte zorlanıyoruz. “Neden ben değil de o!” serzenişleri sarıyor benliğimizi. “Ben kıskanç değilim!” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışsak da ruhumuza haset karası sürülmüş oluyor böylesi zamanlarda.
İnsan bu karanlık tablonun ortasına birdenbire düşmüyor. Her hastalık gibi haset de önceden belirtiler gösteriyor. Kalpte beliren küçük bir olumsuz duygu, ‘haset’in ilk sinyali olabiliyor. Etrafımızda gördüğümüz güzelliklere imrenmemiz belli ölçülere kadar normal. Ancak başkalarının başarı, itibar, sağlık ya da ekonomik durumunu çekemez hale geldiysek tehlike çanları çalıyor demektir. Haset bazen öyle noktalara varıyor ki kişi, karşısındakinin ahirete müteveccih ibadetlerini bile kıskanabiliyor.
Haset kelimesi, çekememezlik, başkasında olan nimetlerden rahatsız olarak, kişiden o nimetin gitmesini istemek, kıskanmak manalarına geliyor. Bu rahatsızlık, bilgisizlik ve tamahkârlığın birleşmesi ve kaynaşmasıyla daha da ağır bir hale gelebiliyor. İlahiyatçı Kadir Paksoy, Peygamber aleyhisselamın ‘Birbirinize haset etmeyiniz’, ‘Birbirinize buğz etmeyiniz’, ‘Birbirinize sırt çevirmeyiniz’, ‘Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz’ diyerek ümmetine bu ruhî rahatsızlıktan uzak durmayı tavsiye ettiğini söylüyor. Efendimiz (sas) sirkenin balı bozup kötü hale getirdiği gibi hasedin de amelleri bozduğunu ifade buyuruyor. Aynı şekilde ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi hasetin de hasenatı, güzel amelleri mahvettiğini anlatıyor. Hadislerden anlaşılacağı üzere, haset salih amelleri mahvediyor, insanların ahiretlerini zora sokuyor, zorla kazanılan birçok amelin heba olmasına sebep oluyor.
Haset, din kazıyıcıdır
Efendimiz Hz. Muhammed (sas), hasedi, kendisinden önceki kavimlerin hastalığı olarak tarif ediyor. Onlardan bazıları, kardeşlerinin iyiliğini çekememiş. Efendimiz, bu illetin tehlikesini, “Haset din kazıyıcıdır (yok edicidir).” sözüyle anlatıyor. İmam Gazali Hazretleri bu hadis-i şeriften şu şekilde izah ediyor: “İnsan, haset ettiği kişide bulunan nimetin yok olmasını ister. Bu nimet kendi eline geçsin veya geçmesin önemsemez, yeter ki kıskanılan kişi o nimeti kaybetsin, zarara uğrasın. Kıskançlığın ve hasedin en tehlikelisi budur. Kişi, haset ettiği kişinin sahip olduğu nimetin kendisine geçmesini ister. Amaç, o nimete sahip olmaktır. Kişi, başka bir kişideki nimetin aynısının veya benzerinin kendisinde olmasını ister. Kendisi de sahip olamayacaksa, karşısındaki kişinin de sahip olmasını istemez. Kişi, başka birinin sahip olduğu nimetin benzerinin kendisinde de olmasını ister. Ancak kıskandığı kişinin nimetinin yok olmasını istemez. Bunlardan sadece sonuncusu zararsızdır.”
Haset duygusu bebeklikte başlayabiliyor
Terapistlere göre ise haset, yıkıcı dürtülerin bir ifadesi. Bunun doğuştan gelen bir temeli bulunduğunu ve hayatın başından beri etkili olduğunu şu şekilde izah ediyor: “İlk olarak anneyle erken dönem ilişkilerinde gözlenir. Bebeğin anneyle ilk ilişkisine bir hüsran ve doyumsuzluk öğesinin karışması kaçınılmazdır. Çünkü tam ve mutlu bir beslenme bile doğum öncesi anne-bebek birliğinin yerini tutamayacaktır. Üstelik bebeğin hoşnutsuzluk duyguları sadece iyi beslenmiyor oluşundan kaynaklanmaz. Çünkü yaşamın ilk evrelerinde bile, annenin sevgisinden her an emin olma ihtiyacının asıl kaynağı kaygıdır. Bu kaygı da anneyle ilk ilişkinin niteliğinde belirleyici bir role sahiptir. Bebek annenin kendisindeki bu kaygıyı gidermesine ve yıkıcı dürtülerden kurtarmasına ihtiyaç duyar. Haset, bebeğin ihtiyacı olan bu isteklerin karşılanmayacağı, anne tarafından alıkonduğu duygusuyla kendini gösterir ve içindeki yıkıcı dürtüleri anneye yansıtmayı içerir. Normal gelişimde bebek tarafından deneyimlenen doyum ve memnuniyet, haset duygusunun yıkıcılığının üstesinden gelmesi beklenir. Ancak bu olumlu deneyimlerin üstesinden gelemeyeceği ölçüde yoğun yaşandığında hastalıklı bir durumdan söz edilebilir.”
Hadis-i şerifler hasedin reçetesini sunuyor
İlahiyatçı Kadir Paksoy, hasedin genelde dünyevi değerlere karşı duyulduğunu söylüyor. İnsanların geçici şeylere dair çekememezliğinin, başkalarında olmamasını isteme yahut başkalarında olduğunda rahatsızlık duyma gibi duyguların bunu tetiklediğini belirtiyor. Uhrevi üstünlüklerde haset olmayacağını ise şu şekilde açıklıyor: “Uhrevi şeyler herkese zengin ve geniş şekilde verildiğinden dolayı ahirete ait cennete ait ve ötelere ait şeylerde haset olmaz. Zaten o iyi şeyleri, iyi amelleri, iyi güzel şeyleri gıpta olarak ifade ediyoruz. İki kişiye gıpta edilebilir. Onlardan biri Allah’ın vermiş olduğu ilmi iyi yolda, faydalı yerde kullanan, onunla amel eden kimse. Diğeri de Allah’ın kendisine verdiği malı hayır işlerinde sarf eden kimse. Bunlar uhrevi ve manevi aleme baktığı için haset sayılmaz. O halde haset genelde maddeye bakan, dünyaya bakan şeylerde oluyor. Müminlerin birbirini çekememesi, onda olan bir kısım iyiliklerin, güzelliklerin ya da mal mülk ve bir kısım şeylerin olmamasını, kendisinde daha fazla olmasını istemesi, bütün bunlar hasedin nehyedilen, hadiste de yasaklanan kısımlarıdır.”