Yeni medya teknolojileri ve günlük yaşam
Hızla değişen dünyada, sık sık farklılaşan tüketim alışkanlıkları yeni trendleri ortaya çıkarıyor. Bu trendler, belirli bir dönem zirvede kalıp ardından sönüp gidiyorlar. Bazıları diğerlerinin arasından sıyrılarak toplumsal bir harekete dönüştüklerinde, tüm dikkatleri üzerlerine çekebiliyor. Bilgisayarların hayatımıza girmesiyle başlayan sanal yolculuk, internetin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla büyüyerek, kitlelerin içinde var olmaya çabaladığı bir yaşam alanına dönüşmeye başladı. Tam da bu noktada, kimileri için nimet kimileri için de tehdit anlamına gelen yeni medya teknolojilerinin toplum ve birey üzerindeki etkileri fazlasıyla merak uyandırdı ve gündelik alışkanlıkları ve rutinleri tümden değiştirdi.

İnsan bedeninin yeni uzvu: Akıllı telefonlar
Teknolojinin mi sosyal medya alışkanlığını tetiklediği, yoksa sosyal medyanın mı teknolojik gelişmelere ilham verdiği tartışılır ama cep telefonlarının sosyal medya kullanımını en üst seviyeye taşıdığı yadsınamaz bir gerçek. Çalar saati susturmak amacıyla, telefonunun ele alındığı andan itibaren sosyal medyayla etkileşim başlıyor. Bir gün öncesinden gelen bildirimlere ve uyku anındayken kaçırılan gelişmelere göz atıldıktan sonra yataktan çıkılıyor genellikle. Yeniden uykuya geçene kadar da tüm gündemin takibi ve haberleşme telefonlardan sağlanıyor. Dolayısıyla dünyayla birey arasında köprü işlevi gören bu telefonlar bedenin ruhsal anlamda güne devam edebilmesini sağlayan biyonik organ işlevi görüyor. Evden çıkarken unutulmaması gereken eşyalar listesinde bir numaraya yerleşen şarj aletleri ve gün içinde akılları meşgul eden “Yüzde kaç şarjım kaldı?” sorusu cep telefonlarıyla kurulan sembiyotik ilişkinin önemli bir kanıtı.

Değişen zaman, mekan ve birey algısı
Sosyal medya alışkanlığı, kişileri her an her yerde ulaşılabilir bir pozisyona getirdi. Başka işlerle uğraşırken bile Facebook’ta yayınlanan bir postla, Instagram’a eklenen bir resimle ya da Twitter paylaşımıyla, dış dünyayla kesintisiz iletişim kurabilme olanağı doğdu. Artık sosyalleşmek için yapılan buluşmalar, yerini WhatsApp grup sohbetlerine bıraktı. Bu durum evdeki yatak ve koltuğun kapsayıcı konforuyla da birleşince, insanlık için ateşin keşfi gibi büyük bir dönüm noktası oldu. Sanal gerçeklik içerisinde kurgulanmış, zamansız ve mekansız, her şeyi yaratabilecek kadar güçlü hissettiren, simülasyon tadındaki bu yaşam biçimi, bireylere sınırsız özgürlük sunarken diğer bir taraftan da onları, Siborg (cyborg) insana dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. Aynılaşan insanlar, duygu ifadeleri en aza indirgenmiş biçimde amaca yönelik ilişkiler kurmaya başladılar.

Bağlantıda kalma arzusu
İçinde bulunulan sosyal ortamdan istediği tatmini alamayan bireyler sosyalleşme ihtiyaçlarını, sanal ortamda bağlantı kurma üzerine kurgulanmış ve bunu en iyi sağlayabilecek şekilde tasarlanmış profiller aracılığıyla karşılayabiliyor. Bu bağlamda sosyal medya kişinin tecrübe ettiği negatif deneyimleri onaran bir sığınak ve kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayan bir doyum nesnesi işlevi görüyor. Tabii bu da hazzın sürdürülebilirliği için her daim bağlantıda kalma arzusunu tetikliyor. Bağlantının kopması ise eksiklik hissi yaratıyor. Bunun en büyük göstergesiyse şarjının bitmesi ve elektriklerin kesilmesi anında insanların hissettiği panik duygusu ve o anda verdikleri tepkiler oluyor.

Kişiselleştirilmiş profiller ve kimlik sorunsalı
Sosyal medyanın diğer çekici özelliklerinden biri de kişilere kendi profillerini oluşturabilme fırsatı sunması. Çeşitli uygulamalar aracılığıyla; bir resim, düşünce veya yer bildirimi gönderisiyle, nerede ve nasıl bir ruh halinde olunduğu kolaylıkla yansıtılıyor. Bunu yaparken de etik kurallardan ve toplumsal baskılardan bağımsız, özgürce hareket ediliyor. Bireylerin, kim olduklarını belirleyecek gönderilerin içeriği özgürce düzenlenebiliyor. Böylelikle, kötü olan her şey yok sayılarak güçlü yönler ön plana çıkarılabiliyor. Sanal dünyada herkesin kendisine ait küçük hükümdarlıkları var. Profillere takipçi ve gönderilerin aldığı beğeni sayısı kadar değer biçiliyor. Tıpkı petrol savaşları gibi, takipçi kazanmak popüler olmak ve daha çok dikkat çekmek uğruna yazılı ve görsel malzemeler aracılığıyla bu savaşlar sürdürülüyor. Özel alanın bu kadar şeffaf olması, zaten oldukça hassas ve kırılgan olan ruhsal aygıt için oldukça sakıncalı. Tüm bunların yanı sıra, yoğun uyaranlarla dolu olan bu dünyadan, her şeyin daha çok mücadele gerektirdiği gerçek hayata dönüş de sancılı olabiliyor. Profil ve gerçek kimlik arasındaki uçurum büyüdükçe, kişinin iç ve dış gerçekliği birbirleriyle çatışabiliyor. Hissedilenle yansıtılanın, sahip olunanla arzulananın birbirlerinden farklı olması en sonunda kişiye hüsrandan başka bir şey getirmiyor. Böyle bir çatışmanın sonucunda da soyutlanma kaçınılmaz oluyor.

Sosyal medya ne zaman tehlikeli?
Sosyal medyanın cazip özellikleri nedeniyle herkes sosyal medyayı hayatına dahil ediyor. Ancak tehlike, sosyal medyanın bir haber kaynağı olmaktan çıkıp, buraya sunulacak malzemenin yaratılması kaygısına düşüldüğünde ortaya çıkıyor. Gerçeklikle sanal arasındaki sınırlar iyi çizilmeli ki, bireyler kendi mahremiyetlerine koruyabilsinler. Yoksa bu kadar iyi ya da kötü uyarıcıya maruz kalmak, benlik algısını gerçek dışı tasarımlarla doldurabilir. Bunun sonucunda da kişi, sürekli yeterliliklerini ve yetersizliklerini sorgularken bir kimlik bunalımı içerisine girebilir. Bu iki dünya arasında gidip gelişlerde temas edilen her türlü bilgiye, eleştirel gözle bakabilmek oldukça önemli. Sosyal medyada geçirilen zamanın, yaşamın çoğunluğunu kaplamıyor olmasına ve bu alışkanlığın bağımlılığa dönüşmemesine dikkat edilmeli.

 

gaziantep pedagog okanbal randevualll