Hayatta, çok sevdiğimizi her fırsatta söylediğimiz kişilere, gerçekten sevgimizi hissettiğimiz gibi hissettirebiliyor muyuz?

Bunu içimizde cevaplandırabilmek için öncelikle bazı soruları kendimize sorarak başlamakta fayda var. Biz sevgiden neyi anlıyoruz? Değer verme kavramını da içeren “saygı” hayatımızın neresinde?

Aslında “sevgi” saygıyı doğuran, besleyen bir kavram olması gerekirken, sevgiden bunu beklerken, yaşantımızın içinde suistimali, yönetmeyi, kontrol etmeyi sağlayan bir kavram mı oldu?

İnsan seviyorsa, sevgisini nasıl ifade eder veya nasıl ifade ediyor, hiç düşündük mü? Ki sevmenin tanımını bile ne kadar düşündük, bu bile tartışılabilir. Evet, hakikaten sevmek ne demek?

SEVMEK?

Sevmek, inanmaktır… Sevmek, güvenmektir… Sevmek, yaşamak ve yaşatmaktır…
Sevmek, sevdiğini kendisi gibi, hatta kendisinden de çok duyumsamaktır, önemsemektir… Sevmek, sevdiği olmaktır… Sevmek, paylaşmaktır… Sevmek, vermektir…
Sevmek, beklememektir… Sevmek, gücenmemektir…
Sevmek, sevdiğini hissetmektir, hatta sevmek sevdiğinin yerine de hissetmektir…
Sevmek, sevgili için yaşamaktır…

Hal böyle olunca sevmek, değer vermek ve saygı duymak da demektir. Değer vermek, verdiğini hissettirmek, yaşatmak, onunla yaşamak, duygularını önemsemek, emek vermek, hayatında yer vermek ama bedel ödetmeden hayatında yer vermektir…

Değer ve saygıyı besleyen sevgi, sevgiyi besleyen saygı ve değer verme. Bunlar birbirlerini adeta doğuran kavramlar. Buradan bakarak karşısındakine kölesi, mecburu, zorunlusu, muhtacı, gibi davranıp ardından da sevdiğini söyleyen, iddia eden kişi ne kadar inandırıcıdır?

Gerçekte sevdiği sevdiği midir, yoksa kendisi mi?

Aslında kendisini severek, kendisini sevenleri sevdiğini söylemek, sevgi değil belki egoizmdir. Sevginin, bir koluna saygı, diğer koluna değer verme girmeli ki insanlar birlikteliklerinde gerçek, fedakâr, dürüst, güvenli, paylaşımlı, samimi olsunlar ve güven veren birlikteliklere ulaşsınlar. Tersi halinde ise, ister eş, ister evlat olsun, isterse çevredeki diğer insanlar olsun, ilişkileri bir süre sonra ruhsuz, menfaate dayanan, bencilliğin merkeze oturduğu, ortak mekân, ortak hayat, ortak evlerde yaşasalar da ortak hayat, ortak duygu, ortak değerlere ulaşamayan insanlar, aileler, toplumlar haline geliveriyor.

Sevgi, saygı, samimiyet ve değerin hâkim olduğu huzurlu hayatlar duasıyla…